Sağlık Bilimleri Fakültesi - sbf@gelisim.edu.tr

Sosyal Hizmet








 Sosyal Hizmet Bölümü Öğrencisinin Kaleminden Marmara Denizi ve Müsilaj Tehlikesi


Sosyal Hizmet Bölümü Öğrencisi Zehra KAÇMAZ, Marmara Denizi ve Müsilaj tehlikesini iklim krizi perspektifinden ele alan yazı kaleme aldı.


Marmara Denizi, Karadeniz’i ve Ege Denizi’ni Akdeniz’e bağlayan bir iç denizdir. Karadeniz’e İstanbul Boğazı, Ege Denizi’ne Çanakkale Boğazı ile bağlanmıştır. Türkiye’nin Asya ve Avrupa kısımlarını da birbirinden ayırmakta olup yaklaşık olarak 240 km uzunluğa ve 70 km genişliğe, 11,500 km² yüzölçümüne sahiptir. Marmara Denizi’nde yakın zamanda bir oluşum meydana geldi. Uzmanlar bu oluşumun adına ‘Müsilaj’ demektedir. Herkes tarafından bilinen ismiyle ‘Deniz salyası.’ Müsilajın oluşmasında bazı faktörlerin bir araya gelmesi gerekmektedir. Deniz durağan olmalı, denizin sıcaklığı normalden fazla olmalı ve denizdeki azot- fosfor yükü fazla olmalıdır.

Müsilaj ilk kez görülmemekle birlikte, zararsızdır. Onu tehlikeli hale getiren üretiminin aşırı olması durumudur. Normalden fazla üretilmesinin sebebini ise Prof. Dr. Mustafa Sarı, şu şekilde açıklamaktadır: ‘Deniz şartlarında bazı anormallikler oluyor ve bu şartları dengelemek için mikroalgler hızlı çoğalıyorlar. Bu şekilde olunca da stres şartları ortaya çıkıyor ve kendilerini korumak için ortama salgılar bırakmaya başlıyorlar.’ Müsilaj, tül gibi, uzayıp giden, kalınlaşan bir tabakadır diyebiliriz. Müsilaj, tabakalaşmış bir yapı halini alınca denizdeki canlılara zarar vermektedir. Hareketsiz halde bulunan canlıların üzerlerini kaplıyor ve canlıların oksijensiz kalarak canlılıklarını yitirmelerine sebep oluyor; var olan canlı türlerini yok etmekte, yeni canlıların oluşumunun önüne geçmektedir. Diğer bir olumsuz etkisi ise, deniz üzerinde kalın bir tabaka oluşturarak atmosferle denizin ilişkisini kesmesidir. Bunların yanısıra balıkçılık, turizm gibi alanlara da olumsuz etkileri olduğu görülmektedir. İnsanların, müsilaj oluşumunda katkısı büyüktür. İklim krizlerine sebep olarak ekosistemlerin hassas dengesini bozmaktayız. Dolayısıyla, en büyük faktör insandır.

Günümüz toplumlarında bir tüketim ağı içerisindeyiz. Enerji kaynaklarını, çevreyi bu tüketim maddelerinin oluşturulmasında, kullanılmasında seferber ediyoruz. Tüm yapaylığımızla doğanın, doğal olanın dengesini bozuyoruz ve sonuç olarak iklim krizleri karşımıza çıkıyor. Bu zararı denizler özeline indirgersek, denizlere salınan atıklardan bahsedebiliriz. Kimyasal, endüstriyel, tarımsal ve evsel atıklar. Bu atıklar azot- fosfor yükünü arttırıyor. Bu da müsilaj oluşmasına önayak olduğumuz ikinci durum olarak karşımıza çıkıyor. Yani iklim krizleriyle, deniz sıcaklığının ortalamanın üstüne çıkmasını; bir ikincisi ise yanlış atık politikası yürütülerek hem makro hem de mikro düzeylerde denizleri kirleterek ve kirliliğin devamını sağlayarak azot-fosfor yükünün artmasını sağladık.

Tüm bunlara istinaden: ‘Deniz sihirbaz değil, elimize ne geçerse denize atarız, deniz temizler. Böyle bir şey yok, ekosistemlerde bedelsiz yarar yoktur.’ şeklinde açıklıyor Mustafa Sarı.İnsan, ekosistemin sahibi değil, onun bir parçasıdır. Bunu bilerek hareket etmek, doğayı korumak ve zarar verici davranışlardan uzak durmak zorundayız. Nasıl ki evimizde yaşarken içtiğimiz suları kirletmiyoruz, halının üzerine, yerlere çöpler atmıyoruz, dünya da bizim ilk evimizdir. Kaybettiğimiz taktirde yaşam alanlarından ziyade yeşile, maviye, cam gibi parlak sulara, kuş cıvıltılarına hasret kalacağımız açıktır. Bu zamanların çok da uzak olmadığının, Marmara Denizi bize sinyallerini vermeye başladı bile. Yeşiller gibi, maviler de griye boyanmadan önce ilkokulda aldığımız çevre bilinci eğitimini anımsayalım, çevremizi, denizlerimizi koruyalım. Çünkü burdan başka taşınacak bir evimiz daha yok.