“İyi uyuyor musunuz, Binbaşım?
İki bine ek olarak şu benim on bir kişinin
sorumluluğunu da size verirsem ne kaybedersiniz ki?
Uyuyabiliyor musunuz, Binbaşım?
Geceleri iki bin hayaletle?
Uyumayı bırakın, yaşayabiliyor musunuz,
haykırmadan bir dakika yaşayabiliyor musunuz?”
Bu sözler, Wolfgang Borchert’in kaleminden 1947’de döküldü. Henüz 26 yaşındaydı; ömrü kırık bir dal gibi yarıda kesildi. Arkasında yalnızca bir oyun bıraktı: Kapıların Dışında. Döndüğü ülkesinde bile yabancıya dönüşen bir askerin hikâyesini anlattı. Çünkü savaşın ardında kalan şey yalnızca yıkılmış binalar değil, yaşayanların sırtına yüklenen hayaletlerdir. Hayaletler, yalnızca ölülerin değil; hayatta kalmaya mahkûm olanların da ağır yüküdür. Ve bu hayaletler, birkaç on yıl sonra Bosna’nın üzerine çökecek; Saraybosna sokaklarında, Mostar Köprüsü’nde, Srebrenitsa ormanlarında dolaşacaktı.
Bosna Savaşı (1992–1995), Berlin Duvarı’nın yıkılışından yalnızca birkaç yıl sonra, Avrupa’nın kalbinde, insanlığın “bir daha asla” dediği soykırımın nasıl da yeniden mümkün olabildiğini acı bir dersle gösterdi. Saraybosna tam 1.425 gün boyunca kuşatma altında kaldı; modern tarihin en uzun kuşatmasıydı bu. İnsanlar, şehrin altına kazılan tünellerden ekmek ve ilaç taşıdı. Çocuklar, keskin nişancıların gözetiminde okula gitmeye çalıştı. Mahalle aralarında su kuyruğu bekleyenler vuruldu.
Oysa savaş başlamadan önce Bosna bir umudun adıydı. Saraybosna’da ezan sesleriyle kilise çanları aynı göğe yükselirdi. Mostar Köprüsü, yalnızca Neretva’nın iki yakasını değil, farklı kültürlerin birlikte yaşayabildiği bir medeniyeti de birleştirirdi. Bayramlarda komşular birbirine tatlı götürür, düğünlerde Boşnak şarkılarıyla Sırp ezgileri aynı sofrada yankılanırdı. İnsanlar kendilerini yalnızca “Boşnak” ya da “Sırp” değil, “Yugoslav” hissederdi; çünkü kimlikler bölmez, aksine bir araya getirirdi. İşte bu yüzden Bosna’nın mozaiği sadece bir toplumsal düzen değil, aynı zamanda insanlık için bir umuttu.
Ve bir sabah o umut dağıldı. Komşuluklar mevzilere, dostluklar suskunluğa, şarkılar ağıtlara dönüştü. Palikuca’nın Mostar’ı Unutma kitabındaki hayret dolu cümlesi bu yüzden hâlâ kulaklarda çınlar:
“Savaş, Pedja! Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Elli yıldır birbirine kardeşçe davranan insanlar karşı karşıya gelip savaşacaklar mıydı? Onca yıllık ortak yaşam, birkaç ay içinde paramparça olup havaya mı uçacaktı?”
Bugün Saraybosna’nın sokaklarında yürüdüğünüzde, bu sorunun cevabı binaların kurşun delikleriyle dolu duvarlarında gizlidir. Ayrıca kaldırımlarda kırmızı lekeler görürsünüz: “Saraybosna Gülleri”. Havan mermilerinin açtığı çukurlar, kırmızı reçineyle doldurularak sessiz anıtlara dönüştürülmüştür. Her biri, Borchert’in hayaletlerine eklenen yeni gölgeler gibidir.
Ve savaşın en karanlık anı: Srebrenitsa, 1995 yazı. 8.372 Boşnak erkek ve çocuk, dünyanın gözü önünde, birkaç gün içinde sistematik biçimde öldürüldü. BM’nin “güvenli bölge” ilan ettiği yerde… O günden bu yana her 11 Temmuz’da kimliği yeni tespit edilen onlarca cenaze toprağa veriliyor. Anneler hâlâ oğullarının kemiklerini bekliyor. Bir anne, oğlunun gömleğini Soykırım Müzesi’ne bağışlarken üzerine şöyle yazmıştı:
“Yakında seksen yaşında olacağım. Eğer oğlumun tüm kemiklerine kavuşamadan ölürsem, hiç değilse kokusu burada kalsın.”
Bedenlerin yok edildiği yerde, kokulara sığınılır. İnsanlık, çocuklarının kokusunu bile saklamaya mecbur kalır.
İşte bu yüzden Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözü, Bosna’nın yıkıntıları arasında hâlâ yankılanır. Bu, yalnızca bir siyasal ilke değil; bir annenin gözyaşında, bir çocuğun boş sırasına düşen gölgesinde yankılanan en yalın hakikattir. Çünkü hiçbir dava, bir annenin evladını kaybetmesini haklı çıkaramaz; hiçbir ideoloji, bir şehri mezarlığa dönüştürmeyi açıklayamaz.
Sözün özü: savaş gereksizdir. Komşuluğu düşmanlığa, şehri mezarlığa, müziği ağıta dönüştürür. Gereksizdir, çünkü ardında yalnızca hayaletler bırakır. Bugün Bosna’nın sokaklarında dolaşan o hayaletler, Borchert’in sesini bize yeniden fısıldıyor:
“Haykırmadan bir dakika yaşayabiliyor musunuz?”
SBF Dekan Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi A. Yüksel BARUT
Sosyal Hizmet Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Emrah TÜNCER
Fotoğraflar: Dr. Öğr. Üyesi A. Yüksel BARUT Arşivi