İnsan, ne zaman bir köprüden geçse, sadece bir yakadan diğerine ulaşmaz aslında. Bazen bir şehre, bazen bir zamana, bazen de kendi hayatının dönemeçlerine varır.
Slovakya’nın hem başkenti hem de tarih ile geleceğin iç içe geçtiği en önemli eşiğini oluşturan, Tuna’nın iki yakasında yükselen Bratislava’da, Tuna Nehri üzerinde, adeta geleceğe uzanan bir uzay gemisini andıran SNP Köprüsü de işte böyle bir geçişi temsil ediyor. Bu köprü sadece betondan, çelikten ibaret değil; ardında bir dönemin, bir ideolojinin ve en önemlisi, bir insanın trajik hikâyesini saklıyor. Fütüristik, göğe uzanan bu yapı, bir zamanlar komünist ideallerin, bugünse kapitalist dünyanın sembolü haline gelmiştir. Ancak bu metal ve beton yığınının ardında, bir insanın düşerek can verdiği trajik bir efsane yatar.
Rivayete göre, köprünün tepesindeki UFO Gözlem Güvertesi’nin inşası sırasında genç bir işçi hayatını kaybetmiştir. Bu hikâye, yapının kanayan vicdanı gibidir. İnsanlık tarihi, daima daha yükseğe, daha fazlasına ulaşma arzusunun hikâyesidir. Bu arzu, her zaman bir bedel ister. O işçi, bedelini canıyla ödemiştir. Bugün ise, onun emeği lüks bir restoranın menüsünde servis edilen yemeğe karışır. Bir zamanlar bir devrimin simgesi olan bu köprü, şimdi kâr hırsının kurbanına dönüşmüştür. Tıpkı modern dünyada, emeğin ve hayatın birer metaya dönüştürülmesi gibi.
Bratislava'nın başka bir köşesinde, kanalizasyon kapağından çıkan bronz bir heykel durur: Cumil. Kanalizasyon kapağından başını çıkarmış, bronzdan yapılmış bir işçi. Biraz gülümsetiyor, biraz hüzünlendiriyor. Çünkü aslında lağımın, karanlığın, görünmez emeğin temsilcisi. O, şehrin göz önünde olmayan, pisliğiyle boğuşan, kimsenin varlığını bilmediği yeraltı dünyasının sessiz kahramanı. Sokakta dolaşan turistlerin, şehrin parıltılı yüzüne baktığı sırada, o, ayaklarının altındaki kirli ve zorlu hayatın bir sembolü olarak durur. İronik bir şekilde, şehrin en çok fotoğrafı çekilen heykellerinden biri olmasına rağmen, temsil ettiği emek ve mücadele hala görmezden gelinir. O, sadece bir heykel değil, aynı zamanda toplumun görmezden gelmeyi seçtiği tüm zorlu işlerin bir yansımasıdır.
Bu iki örnek, Bratislava'ya özgü hikâyeler olmaktan öteye geçer. Onlar, evrensel bir acının ve adaletsizliğin sembolleridir. İster bir köprünün tepesinde, ister yerin altındaki bir kanalizasyon sisteminde olsun, emek her zaman en kırılgan olandır. Herkesin daha fazlasını istediği, daha hızlısını inşa etmeye çalıştığı bu dünyada, insan hayatı bir maliyet kalemi olarak görülür. Bir yapı yükselirken, kaç kişinin canı pahasına inşa edildiğini kimse sormaz. Sadece sonuca, o görkemli yapıya bakılır.
Dolayısıyla bu hikâyeler, sadece bir şehrin hafızası değil, aynı zamanda çağımızın en büyük trajedisidir. Zira modern şehirlerin parlak silüetleri, lüks restoranları ve göz alıcı turistik simgeleri, insan emeği ve hayatının değeri sorgulanmadıkça, birer cinayet örtüsü olmaktan öteye geçemez. Her bir köprünün yükselişi, bir hayatın sessizce alçalışına denk geldiği sürece, vicdanımız bu acı gerçeğe karşı haykırmalıdır: Evet, bunu yapamazsın!
Dr. Öğr. Üyesi Emrah TÜNCER