Hepimizin başına gelmiştir. Sabah uyandığımızda kendimizi iyi hissetmediğimiz olmuştur. Bu yaşadığımız belki bir baş ağrısı belki bir grip başlangıcı belki de mevsimsel bir alerjidir. Böyle hissettiğimizde evde kalmamız bizim için daha iyi olacaktır. Ancak diğer yandan iş yerinde onlarca iş bizi beklemektedir, işlerin birikmesini istemeyiz ya da kurum küçülmeye gidiyordur ve çıkarılan çalışanlardan biri olmaktan korkarız. Bu ve benzeri nedenlerle işe gideriz ancak şimdi de başka bir sorun vardır. İş yerindeyizdir ancak kendimizi halsiz ve tembel hissederiz. Bir işe yoğunlaşmakta zorlanırız, verimimiz düşer ve yöneticimiz bu durumu sorun olarak not eder.
Hopper (2012) presenteizmi hepimize oldukça tanıdık gelebilecek bir senaryo ile yukarıdaki gibi betimlemiştir. Ancak yine de bir tanıma ihtiyaç duyacaksak presenteizmi kısaca bir çalışanın kendini iyi hissetmediği zamanlarda bireysel ya da örgütsel sebeplerle iş yerinde bulunması ancak verimli olarak çalışamaması olarak ifade edebiliriz.
Bir insanın sağlığı onun en değerli varlığıdır ve yaşamının tüm temel gereksinimlerini etkiler. Bu temel gereksinimlerden biri de iştir. Şüphesiz insanın çalışma kapasitesi de sağlığından oldukça etkilenmektedir. Çalışanlar işe gelmekten başka seçeneklerinin olmadığını hissettiklerinde, yalnızca verimlilikleri düşmekle kalmaz, hem mevcut sağlık durumları daha kötüye gidebilir hem de hasta çalışan başkalarını da aynı hastalığa yakalanma riskine atabilir.
Öyleyse çalışanlara şu soruyu sorabiliriz “Kendinizi iyi hissetmiyorsanız neden hala işe geliyorsunuz?”. Bu soruya verilebilecek birden çok cevap vardır. Bunlardan bazıları işveren beklentileri, izinlerin az olması veya hiç olmaması, iş güvencesizliği, yetersiz personel, yeri doldurulamazık, zaman baskısı, izinden tasarruf etme isteği, işten çıkarılma korkusu… Görüldüğü gibi çalışanları hastayken işe gitmeye zorlayan çokça sebep mevcuttur.
Peki, presenteizmi azaltmak için neler yapılabilir? Bu soruya verilebilecek en kısa cevap çalışanları hastayken çalışma yoluna itmemektir. Bugün bilinmektedir ki sağlık, performans üzerinde itici bir güçtür ve çalışanlar işe gittiklerinde kişisel sağlık durumlarını kapı eşiğine bırakamazlar. Bu nedenle işverenler, en önemli varlıklarına yani kurumlarında çalışmakta olan insanlara karşı ılımlı bir örgüt kültürü yaratmalı ve izin politikalarını buna göre düzenlemelidir. Çünkü başarılı bir örgüt için en önemli kaynak insan kaynağıdır. Hem ruhsal hem de fiziksel sağlığın insan üretkenliği üzerinde pozitif bir etkisi olduğu ve sağlıklı çalışanların sağlıklı örgütlere neden olacağı unutulmamalıdır.
Arş. Gör. Semanur OKTAY
Kaynak: Hooper, P.D.(2012).Presenteeism. Cid Management, www.cidmcorp.com, 1-8.