Bir iletişim sorunu olarak görülen Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB), doğuştan gelebilir veya yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkabilir. Hastalığın etiyolojisi bilinmemekle birlikte, genetik ve çevresel faktörlerin etkileri üzerine çalışmalar yapılmaktadır.
Yapılan genetik ve sitogenetik çalışmalarda kromozomal sayı veya yapı bozukluğu ortaya çıkmamış olup, otizmin tek bir gene bağlı bir hastalık olduğu da kanıtlanmamıştır. Embriyolojik nörogelişimsel çalışmalar da gebeliğin ilk 3 aylık dönemindeki beyin ve sinir sistemi gelişiminin ve nöral dallanmanın farklılığına vurgu yapmaktadır.
Çevresel faktörlere baktığımızda doğum öncesi dönemde sık geçirilen enfeksiyonlar, çevre kirliliği, anne baba yaşının ileri olması, immün sistem bozuklukları, sağlıksız beslenme, hastalıklar ve nörokimyasal bozukluklar OSB’nin ortaya çıkmasında rol oynar.
Otizm, bebeklikten itibaren göz teması kurmaya, işaretlere ve çevreye karşı ilgisizlik gibi işlevsel olmayan davranışlarla kendini belli eder. Eğer çocuk yaşıtlarının oynadığı oyuna ilgi duymayıp, dönen nesnelere karşı aşırı ilgi duyuyor, takıntılı davranışlar gösteriyorsa, konuşmada gerilik yaşıyor, ismi söylendiğinde tepki vermiyor ve günlük hayatındaki düzen değişikliklerine aşırı tepki veriyorsa Otizm Spektrum Bozukluğu belirtileri gösteriyor olabilir. OSB’nin etkileri yaşam boyu devam eder, şiddeti ise değişkendir.
Otizme özgü bazı belirtiler iki yaş ve öncesi dönemlerde başlar. Ancak durumun aile tarafından fark edilmesi ve bir sağlık kuruluşuna başvurması ortalama olarak üç yaşı bulmaktadır. OSB’li bebeklerin fiziksel gelişimi ve dış görünüşü tipik gelişim gösteren yaşıtlarından farklı değildir. Ancak çoğunluğu uyku ve beslenme sorunu yaşamaktadır.
Otizm Spektrum Bozukluğu açısından değerlendirme yapılıp, erken tanı ve doğru bir yöntem ile yoğun eğitim alan otizmli çocukların yaklaşık yüzde ellisinde belirtilerin kontrol altına alınabildiği ve ilerleme kaydedilebildiği bilinmektedir.
OSB’de bir laboratuvar yöntemi ya da özel bir testten ziyade çocuklarda gözlemlenen davranışsal özelliklere göre tanı koyulmaktadır. Multidisipliner bir ekip ile işitme kaybı, iletişim bozuklukları, zeka geriliği, kaygı bozukluğu, nöbet ve hatta travma sonrası stres bozukluğu gibi tanı dışı durumlar değerlendirilmelidir.
Tanıda en önemli kriterlerden biri, deneyimli bir uzman tarafından psikiyatrik bir inceleme yapılmasıdır. Değerlendirme sırasında ayrıntılı gelişimsel öykünün alınması, doğal ortamda gözlem, video görüntüleri ve ileri tıbbi değerlendirmelerin yapılması ve böylece OSB’nin erken tanılanması önemlidir.
Ülkemizde otizm tanısı Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders (DSM) 5 tanı ölçütleri dikkate alınarak çocuk ruh hastalıkları uzmanları ve çocuk nörologları tarafından konabilir.
İşitme kaybı ve Otizm Spektrum Bozukluğu tanısının birlikte konulduğu vakalar nadir değildir. İşitme engelli bireylerin de, OSB’dekine benzer şekilde dil gelişimlerinde ve sosyal becerilerinde yaşıtlarına göre geri oldukları, bu bireylerde de tekrarlayıcı davranışların görüldüğü belirtilmektedir. Ancak işitme engelli bireyler, iletişimi sürdürebilme ve uygun duygusal yanıtları düzenleyebilme becerilerinin gelişim düzeyleriyle uyumlu olması yönlerinden ayırt edilebilmektedir.
OSB’li çocukların ebeveynleri, çocuklarının konuşmayı iletişim dili olarak kullanamamaları ve konuşma seslerine ilgisizlik göstermeleri nedeniyle sıklıkla işitme kaybından şüphelenir. OSB’li çocukların işitme değerlendirmesinde, davranışsal odyometri testleri ile sıklıkla yanıt alınamaz ve işitmelerinin objektif yöntemlerle değerlendirilmesi gerekir. Bunun için de, İşitsel Uyarılmış Beyin Sapı Cevapları (ABR) ve Transient Uyarılmış Otoakustik Emisyon (TEOAE) testleri kullanılabilir. İşitme kaybı olan çocuklarda otizm tanısı, normal işitmeye sahip çocuklara göre daha geç konabilir.
Özel eğitimde otizm etiyolojisinde kesin bilgiler elde edilemediği gibi tedavisiyle ilgili de kesin bir sonuca ulaşılamamıştır. Her bireyin farklı özellikleri olduğundan tedavide de farklı bakış açılarının yer aldığı metodlar birlikte kullanılabilir. Tedavide ilk olarak bireylerin güçlü ve zayıf yönleri belirlenmeli ve bireyselleştirilmiş eğitim planları uygulanmalıdır.
Arş. Gör. Çağla TÜRK
Arş. Gör. Azize KÖSEOĞLU
Odyoloji Bölümü